TASARRUF ETMEK NEDEN GEREKLİ?
Tasarruf etmenin pek sevimli bir tarafı yok. Yarını düşünüp biriktirmektense bugün harcamak daha zevkli, mevcut durumu kontrol etmektense anın keyfini çıkarmak daha güzel.
Biz toplum olarak “bugünü” yaşayıp geleceğe “Allah Kerim!” diye bakmayı tercih ettiğimiz için, tasarruf etmeyi çok sevmiyoruz. Toplum olarak tasarruf alışkanlığımız düşük. Bizimle aynı gelir düzeyinde olan toplumlardan bile daha az tasarruf ediyoruz. Gelirmiz arttıkça daha fazla tasarruf edeceğimiz kesin ama ama çoğumuz yapabileceğinden daha az tasarruf yapıyor.
Oysa tasarruf yapmak -hem kişisel hem de toplumsal açıdan- iyi bir geleceğin ön koşulu.
Tasarruflu olmak, önce israf etmemek demektir. Boşa geçen zaman da, gereksiz yere yanan ışıklar da israftır. Lüzumsuz çalışan her âlet, hor kullanılan her eşya israftır. Bir işin verimsiz yapılması, ham maddelerin ziyan edilmesi, iyi planlama yapılmadığı için kaybedilen zaman ve emek hep israftır. Yapabileceğinin iyisini yapmamak, fırsatları harcamak da israftır.
Pek çok şirket tasarruf etmeyi sadece kriz dönemlerinde gündeme getirip, geçici önlemler alır. Bu şirketlerin çoğu, işyerine alınan gazeteleri kısmak, çayı-kahveyi yasaklamak gibi etkisi olmayan tedbirler alır. Pek çok şirket, işlerin daralmasına aşırı tepki vererek hemen çalışanların bir bölümünü işten çıkarır. Bu, baştan aşağı yanlış bir anlayıştır.
Tasarruf, şirketlerin zor zamanlarında değil, refah dönemlerinde yapması gereken bir eylemdir. Tasarruflu olmak, dönemsel bir tedbir değil bir iş yapma biçimi, bir dünya görüşü, bir hayat tarzıdır. Bu anlayış bireyler, aileler için de geçerlidir.
Şirketin gelirleri düştüğü zaman acil tasarruf önlemlerine başvurması, çoğu durumda kötü yönetimin bir sonucudur. İyi yönetilen şirketler, kriz döneminde bu tür geçici önlemlere gerek duymaz.
Yalın Enstitü‘nün de işaret ettiği gibi “Yalın Düşünce’nin hakim olduğu şirketlerde sadece israf azalmaz, aynı zamanda şirketlerin kârlılığı ve rekabet gücü de artar ve müşteriler de daha nitelikli ürün ve hizmetleri daha uygun fiyata temin etme imkanına kavuşurlar. Bu anlayış bütün sektörlere yayıldığında toplumsal zenginlik artar. ”
Toplumsal refahı yükseltmek için hem ailelerimizde hem şirketlerimizde hem de devlette daha tasarruflu, daha etkin, daha verimli olmamız gerekiyor.
Proje yönetimi konusunda dünyanın önde gelen otoritelerinden Fergus O’Connell, pek çok şirkette iyi bir planlama olmamasının çok büyük israfa yol açtığını söyler. O’Connell’a göre, iyi yönetilmeyen şirketler,
Önceliklerini sürekli değiştirirler.
Projeleri zamanında sonuçlandıramazlar.
İşleri, projeleri durduk yere iptal edeler.
Hangi işlerin mutlaka bitirilmesi gerektiğini, hangilerinin bekleyebileceğini bilmezler.
İnsanlara verdikleri görevlerde “gel-git” yaşarlar.
Farklı işler, projeler arasında sürekli insan aktarımı yaparlar.
İnsanları uzun saatler boyunca çalışmaya mahkûm ederler.
İnsanlara aşırı iş yükü vererek stres, baskı ve gerilimi artırırlar.
Gerek şirketlerde gerekse kişisel hayatımızda israfı engellemenin ilk adımı, israf ettiğimizin farkına varmaktır. Eğer kaynakları israf ettiğimiz bilincine varmazsak tasarruf yapmayı aklımıza bile getirmemiz mümkün değildir. İhtiyaç olmadan tüketilen, yerinde kullanılmayan, kullanıldığında artı değer üretmeyen her kaynağın israf olduğunu fark etmek, tasarrufun ilk adımıdır. Hayatımızı bu gözle değerlendirerek israfı önlememiz mümkündür. O’Connel’a göre şirketler, nerede, nasıl, hangi israfa sebep verdiklerini saptayıp sonra da etkili bir planlama yaparak “Sıfır İsraf” hedefine doğru ilerleyebilirler.
Ben tasarruflu olmanın, maddiyatın ötesinde bir görgü, edep ve incelik olduğunu düşünüyorum. Çok varlıklı insanların, çok büyük şirket yöneticilerinin israfı önleyen davranışlarına, tasarrufu yüceltmelerine hep hayran olmuşumdur. İhtiyacından fazlasını tüketmemek, tüketirken ziyan etmemek yüksek bir bilincin göstergesidir. Kaynakları tüketirken özen göstermek, her şeyi yerinde ve yeterince kullanmak bizi sadece işlerimizde değil özel hayatımızda da daha yüksek bir bilinç seviyesine çıkarır.
Maddi durumumuz ne olursa olsun tasarruflu olmayı bir alışkanlık haline getirir, bugünümüz ve yarınımız arasında bir denge kurabilirsek, hem bireyler hem de kurumlar olarak yarın daha refah içinde yaşayabiliriz.
Tasarruflu olmak eski moda bir alışkanlık, gereksiz bir tutum ya da cimrilik değil, zevklerimiz ve sorumluluklarımız arasında bir denge kurmaktır. Sadece bugünü değil, yarını da düşünme bilincidir. Sadece kendini değil, parçası olduğumuz dünyayı da düşünmek demektir.
İçinde yaşadığımız bolluk ortamında ve tüketim kültürünün yükseldiği bir dönemde tasarrufa övgüde bulunmak ilk bakışta yersiz bir vurgu olarak değerlendirilebilir. Ama ben tam aksini düşünüyorum. Türkiye ekonomisi son yıllarda çok büyüdü, hemen hemen bütün ailelerin gelirleri eskiye kıyasla daha iyi bir seviye ulaştı. Buna rağmen hepimiz daha fazla tüketmek istediğimiz için gelirimizin az olmasından şikayetçi olabiliriz. Bunda anlaşılmayacak hiçbir taraf yok.
Daha iyi bir hayatı talep etmek, kendimiz ve ailemiz için daha fazla tüketmeyi istemek hepimizin hakkı. Buna kimse karşı çıkamaz; ama yarın da iyi yaşamak istiyorsak yeni bir denge kurmaya ihtiyacımız var. Her birimizin daha fazla tasarruf etmesi gerekiyor. Toplum olarak ısrafı önleyip daha fazla birktirmemiz gerekiyor. Bugün yaptığımızdan daha iyisini yapmamız gerekiyor.
Türkiye’yi bir refah toplumu yapmak istiyorsak daha fazla tasarruf etmemiz şart.
Bireysel Emeklilik Sistemi (BES); bireylerin emekliliklerinde rahat etmeleri için çalışma dönemleri boyunca düzenli olarak tasarrufta bulunmalarını sağlayan, sosyal güvenlik sistemini tamamlayan, yasayla düzenlenmiş ve yatırımcılarına vergi avantajları ta